Bir Baklanın Gölgesinde Kalan Tarih: Yahudi Baklası
Bazı kelimeler vardır, duyulduğunda insanın zihninde sadece bir bitki değil; bir çağ, bir inanış ve bir korku yankılanır. Yahudi baklası da işte böyle bir isimdir. Ne sadece bakladır ne de yalnızca bir tohum… O, halk hafızasında yer etmiş, geçmişin karanlık sayfalarından bugüne sızmış bir anlatıdır.
Osmanlı döneminde ve daha öncesinde Anadolu coğrafyasında bitkiler yalnızca şifa kaynağı değil; aynı zamanda korkunun, umudun ve bilinmeyenin diliydi. Yahudi baklası, yabani ve acı bir bakla türü olarak bilinir, yenmezdi; ama adı sıkça fısıltıyla anılırdı. Kimi zaman şifacıların torbasında, kimi zaman büyücülükle anılan anlatıların satır aralarında yer alırdı.
Eski tıp metinlerinde, özellikle halk hekimliğinde, bu baklanın parazit düşürücü ya da haricen kullanıldığında nasır sökücü olduğuna dair kayıtlar bulunur. Ancak bu kayıtların çoğu, bugün bildiğimiz anlamda bilimsel değil; deneyimle harmanlanmış inanışlardır. Nitekim hekimbaşı defterlerinde ve halk tababetine dair anlatılarda sıkça şu uyarı geçer: “Her acı şifa değildir.”
Adının kökeni ise ayrı bir tartışma konusudur. “Yahudi baklası” ifadesi, çoğu zaman ötekileştirmenin ve bilinmeyene isim verme alışkanlığının bir sonucudur. Tıpkı “gavur otu”, “şeytan elması” gibi… Bilinmeyen, korkulan ya da zararlı olduğu düşünülen her şey, tarih boyunca bir etiketle anılmıştır. Bu isimlendirme, botanikten çok toplumsal zihniyetin aynasıdır.
Zamanla modern tıp gelişmiş, bitkiler sınıflandırılmış, fayda ve zararları bilimsel olarak ortaya konmuştur. Yahudi baklası da bu süreçte tedavi edici bitkiler listesinden sessizce çekilmiştir. Çünkü içinde barındırdığı zehirli bileşikler, onu şifadan çok riskin eşiğine taşımıştır.
Bugün bu baklayı hatırlamak, aslında bir bitkiyi değil; geçmişin bilgisini, yanılgılarını ve öğrenme sürecini hatırlamaktır. Atalarımız deneye deneye öğrendi; kimi zaman şifa buldu, kimi zaman bedel ödedi. Bizim görevimiz ise bu mirası romantize etmek değil, doğruyu ayıklayarak geleceğe taşımaktır.
Belki de Yahudi baklasının bize bıraktığı en büyük ders şudur:
Her eski bilgi kutsal değildir; ama her eski bilgi dinlenmeye değerdir. Çünkü tarih, yalnızca doğrularla değil, yanlışlardan çıkarılan derslerle de ilerler.