Vefasızlıkla Sınanmak
İnsan hayatı boyunca pek çok sınavdan geçer; yoklukla, hastalıkla, kayıpla…
Ama öyle bir sınav vardır ki, ne beden dayanır ne de ruh kolay onarılır: Vefasızlık.
Öyle bir adalet sistemi düşünün ki; yıllarca emek verdiğiniz, yol yürüdüğünüz, elinden tuttuğunuz insanlar bir gün karşınıza haklı değil, güçlü olarak çıkar. Dün omuz verdiğiniz eller, bugün sizi iten ellere dönüşmüştür. İnsan, düşmanından beklediği kötülüğe hazırlanabilir; ama vefasızlığa hazırlıksız yakalanır. Çünkü orada güven vardır, hatıra vardır, alın teri vardır.
Vefasızlık önce sessiz gelir.
Bir bakış eksilir, bir selam gecikir, bir söz yarım kalır. Ardından suskunluk başlar. Suskunluk büyür, mesafe olur; mesafe zamanla uçuruma dönüşür. Ve bir gün fark edersiniz ki, emek verdiğiniz insanlar sizin cellâdınız olmuş. Ne kılıç tutarlar ne ip; ama kelimeleriyle, suskunluklarıyla, sırt dönüşleriyle insanı içten içe tüketirler.
Bu noktada manevi bir çöküş başlar.
İnsan yalnız başkalarına değil, kendine de kızar. “Nerede yanlış yaptım?” sorusu, gecelerin en karanlık yerinde yankılanır. Güven duygusu yara alır, merhamet sorgulanır, iyi niyet neredeyse bir kusur gibi görülmeye başlanır. İşte asıl yıkım da burada olur: İnsan, insanlığa olan inancını kaybetme eşiğine gelir.
Sonra devreye sistemler girer.
Kâğıt üzerinde adalet dağıtan cezai mekanizmalar… Dosyalar açılır, deliller toplanır, kararlar verilir. Ama çoğu zaman adalet, vicdanın kapısından içeri giremez. Çünkü her doğru yasal değildir, her yasal da doğru değildir. Mahkeme salonlarında aklananlar, kalplerin mahkemesinde mahkûm kalır.
Bazı haksızlıklar vardır ki, kanun maddelerine sığmaz.
Bazı suçlar vardır ki, yalnızca ruhu yaralar.
Ve bazı insanlar vardır ki, ceza almadan cezalandırır; insanın içini boşaltır, hayata olan inancını törpüler.
İşte tam burada insanın sığınacağı tek bir kapı kalır: İlahi adalet.
Çünkü ilahi adalet, acele etmez ama şaşmaz.
Görünmez ama her şeyi görür.
Sessizdir, fakat eksiksizdir.
Ne gözden kaçan bir gözyaşı vardır onun terazisinde, ne de karşılıksız kalan bir emek.
Belki bu dünyada teraziler eğridir,
Belki hak eden değil, güçlü olan kazanır.
Ama inanırım ki ilahi adalette kimsenin alın teri yerde kalmaz. Ne vefasızlık unutulur ne de sabır boşa gider. Her şey vakti geldiğinde yerini bulur; bazen bir huzurla, bazen bir yüzleşmeyle, bazen de sessiz bir pişmanlıkla.
Vefasızlıkla sınanmak ağırdır;
Ama insanı olgunlaştırır, arındırır, hakiki olanla sahte olanı ayırır. Geriye az insan kalır belki ama gerçek insanlar kalır. Ve insan şunu öğrenir: Emek vermek kayıp değildir; kayıp olan, emeğin kıymetini bilmeyenlerdir.
Bugün içimizde bir sızı varsa, bilin ki bu sızı bir çürüme değil; bir uyanıştır.
Ve adalet, geç de olsah, mutlaka gelir. Çünkü ben hâlâ inanıyorum:
Bu dünyada eksik kalan her adalet, başka bir terazide tamamlanır.