Bir İncirin Hatırlattığı Yemin
“Tin’e ve Zeytun’a andolsun.”
Kur’an-ı Kerim’in Tîn Suresi, sessiz bir mucizenin kapısını aralar. İncir ve zeytin… Basit gibi görünen iki meyve. Ama Allah onların üzerine yemin ediyor. Neden? Çünkü bu iki meyvede hem yaratılışın sırrı hem de insanın özüne dair derin bir hikmet gizlidir.
İncir, narin kabuğunun ardında sayısız çekirdeğiyle bereketin sembolüdür. Zeytin, karanlığı aydınlatan yağıyla nurun simgesi. Biri tatlılığıyla kalbi ısıtır, diğeri arılığıyla ruhu arındırır. İkisi de toprağın sabrından, güneşin rahmetinden doğar. Allah, bu iki meyveye yemin ederek bizlere hem doğanın mucizesini hem de varlığın anlamını hatırlatır.
Müfessirler, “Tin”in Hz. Âdem’in yeryüzüne adım attığı toprakları; “Zeytun”un ise Hz. İsa’nın tebliğ ettiği mukaddes diyarları işaret ettiğini söyler. Kimine göre bu yemin, vahyin insanlık üzerindeki yolculuğuna bir göndermedir. Kimine göre ise, sadece bir incir tanesindeki yaratılış mucizesine dikkat çekmektir. Her iki yorum da insanı aynı hakikate götürür: Her şey, Yaratan’ın kudretine tanıklık eder.
Tîn Suresi’nin devamında “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” denir. Belki de incire edilen yemin, bu güzelliğin bir başlangıç noktasıdır. Çünkü incir, sade ama mükemmeldir; tıpkı insan gibi… İçinde binlerce çekirdek taşır ama her biri bir bütüne hizmet eder. İnsan da öyledir: içinde sayısız duyguyu, düşünceyi, imanı taşır ama hepsi bir tek hakikate yönelirse anlam bulur.
Bir incir tanesinin içinde, kainatın dili gizlidir aslında. Allah’ın yemin ettiği her şey, bize “Bak, düşün, ibret al” der.
Ve biz, bir incir yerken bile, o yeminin hatırına düşünebilmeliyiz:
Yaratılan her şey, Yaratan’ın sessiz bir ayetidir.